Ziggy Wolfguard sonunda kış yarına varabilmişti. Yol boyunca kuzeninin cansız bedenini atıyla beraber taşımak zorunda kalmıştı. Yol boyunca kuzeni ile yaşadığı anılar aklına gelmişti ve duygulanmıştı. Fakat şimdi Kış Yarı toprakları içerisindeydi ve askerlerine karşı daha güçlü durması gerekiyordu. Wolfguard askerleri, muhafızlar lordlarıyla ilgilenmişti. Sigurd olayı haber aldığı gibi yerinden fırladı. William’ın cansız bedeni kaledeki odalardan birisine alınmıştı. Onun başında Ziggy vardı ve kuzeninin son sözleri kulağında çınlamaktaydı “Kuzeyi gelecek tehlikelere karşı koru” demişti William. Sigurd ifadesiz bir şekilde oğlunun cesedinin bulunduğu odaya girdi ve tüm muhafızlara odayı terk etmeleri için gür bir sesle bağırdı “Odayı terk edin”. Odada yalnızca Wolfguardlar vardı. Sigurd ve Ziggy yüz yüze geldiler. Ziggy çok mahcup bir ifadeye sahipti. Amcasının emanetine sahip çıkamamıştı. Sigurd öfkeli görünüyordu. Yeğenini görmezden geldi. Ona bağırmak onu dövmek istiyordu hatta ama sadece sert bir şekilde odadan çıkmasını istedi. Ziggy ise amcasının bu kaba davranışını onun acısına verdi. Sigurd gece boyunca öz oğlunun cansız bedeni başında ağladı…
Nehir Toprakları’nda ise Jacob Rivers tek başına atıyla ne yapacağını bilmez bir halde gidiyordu. Kuzeyliler’e sataşmak belki de almış olduğu en kötü karardı fakat öte yandan Sancaksız Kardeşler’in bir miktar paraya ihtiyacı olduğu aşikardı. Jacob Sancaksız Kardeşler’in sığındığı mağaranın içine girdi. Kardeşler Jacob’u yalnız görünce diğer kardeşlerinin nerede olduğunu sordular. Jacob ise olanı biteni üzgün bir ifade ile anlattı. Üzgün ve pişmandı. Mağarının en karanlık noktasından bir ses yükseldi “Ancak bir aptal bir Kuzeyliye sataşabilir” dedi. Ses gittikçe yaklaşıyordu. “Yetmezmiş gibi bir de bir Wolfguard öldürmüşsün. Kaç kardeşimiz senin yüzünden öldü haberin var mı? Aptal!” Bu ses Aliy Fire’a aitti. Aliy, Dragonshade Hanesi’nin gayri meşru doğan çocuklarından birisiydi ve annesi hayat kadını olduğu için saray görmemişti. Damarlarında ejderha kanı olsa da bir gayri meşru çocuktu yani bir piçti.
Jacob River: Onları Nehirovalı sıradan ailelerden birisi sandık akşam karanlıkta sancağı tam göremedik. Ok yaydan çıkınca da savaşmak zorunda kaldık. Kılıçlar çarpıştığında artık iş ciddileşmişti.
Aliy Fire: Sen aptal bir piçsin. Senin kızıl kafanı s***yim. Durduk yere başımıza bir bela açtık.
Jacob River: Bir süre saklanalım.
Aliy Fire: Nereye saklanmayı düşünüyorsun? Fahişe anandan çıktığın yere de girsen seni bulurlar. Kuzey Unutmaz!
Aliy Fire’ın konuşma tarzı karşısındakini yerin dibine sokacak cinstendi. Jacob buna alışmıştı. Aliy’nin ettiği küfürlerden ziyade söylediği söz aklına kazındı “Kuzey Unutmaz”… Jacob almış olduğu belayı, durumun ciddiyetini bundan daha iyi kavrayamazdı…
William Wolfguard’ın cenaze töreni, Kış Yarı'nın altındaki soğuk ve karanlık mahzenlerde gerçekleşti. Aile, dostlar ve yakınları, kaybedilen sevdiklerini son yolculuğuna uğurlamak için toplanmıştı. Mahzenlerdeki sessizlik, yüreklerdeki derin acıyı ve kaybı daha da belirgin hale getiriyordu. Yas tutulurken, gözler dolu ve kalpler kırılmıştı. William'ın babası Sigurd, gözyaşları arasında olanlardan ötürü Ziggy’i suçladı. "Eğer daha dikkatli olsaydın, oğlum hâlâ hayatta olacaktı," dedi, sesi titreyerek ve öfkeyle. Ziggy, amcasının suçlamaları karşısında sessiz kalmaya çalışsa da, içindeki acı ve öfke daha fazla dayanamıyordu. "Ben elimden geleni yaptım! William’ın ölümünden sorumlu değilim," diye karşılık verdi Ziggy, sesinde hem acı hem de savunma vardı.
Sigurd’un gözlerinde alevler yanıyordu. "Senin yüzünden oğlum öldü!" dedi. Ölümle ilgili ise yeğenini suçladı. Ziggy daha fazla dayanamadı ve kılıcını çekti. Sigurd da kılıcını çekti ve iki Wolfguard, mahzenin taş zemininde karşı karşıya geldi. Gerilim doruk noktasına ulaşmıştı. Herkes nefeslerini tutmuş, olası bir çatışmayı izliyordu.
Tam o anda, üstat araya girdi ve ellerini havaya kaldırarak, "Durun!" diye bağırdı. "Bu acı gününde daha fazla kan dökülmemeli. William'ın ruhu huzura kavuşmalı ve siz de aranızdaki bu düşmanlığa son vermelisiniz. Aile olmanın zamanı."
Üstatın sözleri, Sigurd ve Ziggy'nin içinde bir yankı buldu. Kılıçlar yavaşça indirilirken, mahzendeki gerilim de azaldı. Ama bu olay, amca ile yeğen arasındaki gerilimin tamamen bitmediğinin bir işaretiydi. William'ın ölümü, Wolfguard ailesinin kalbinde derin yaralar açmıştı ve bu yaraların iyileşmesi uzun zaman alacaktı.
Prenses Helena Kızıl Kale’de akşam yemeği için hazırlanıyordu. Babası Arthur bu gece önemli bir duyurusunun olacağını söylemişti. Normalde babası her zaman ona sırlarını apaçık bir şekilde paylaşırdı ama şu an o da olacaklardan habersizdi. Helena Kale’de yürürken onun karşısına Lord Solomon çıktı. Solomon uzun saçlı, gizemli havaya sahip nereden geldiği belli olmayan bir adamdı. Bu adam için herkes “Fısıltıların Efendisi” diyordu. Bir örümcek gibi 7 Krallığı hatta Essos’u bile kavramıştı. Duvar’daki bir gece nöbetçisinin fısıltısını bile duyabilecek derin istihbarata sahipti. Helena bu adamın niçin bir anda karşısına çıktığına şaşırmıştı.
Helena Dragonshade: Sizi hangi rüzgar attı böyle Lord Solomon?
Lord Solomon: Prensesim… Aslında size gelecekte kraliçem demeyi gerçekten çok isterdim. Fakat sanırım bu mümkün görünmüyor…
Helena Dragonshade: Ne demek istiyorsun? (Helena içten içe sinirlenmişti)
Lord Solomon: Majesteleri sizi gücendirmek istemem. Fakat bazı fısıltılar aldım ki sizin adınıza ve korkarım ki diyar adına pek hayırlı olmayacak. Bunun önüne geçmenin de bir yolu yok…
Helena Dragonshade: Lord Solomon (dedi öfkesini bastırarak), eğer daha açık konuşmazsanız bu söylediklerinizi birer tehdit olarak algılayacağım. Ve siz de tahmin edersiniz ki bir prensesi tehdit etmenin bedeli büyük olur.
Lord Solomon: Prensesim size sadece şunu söyleyebilirim ki Ejderhalar için Güneş doğacak hem de Güney’den.
Lord Solomon oradan ayrıldı ve Helena bir süre bu gizemli adamın ne demek istediğini düşündü. Güneş ve Güney denilince ise aklına gelen Dorne yani Suncrestler’den başkası değildi…
Kral Arthur soylu ailelerle birlikte ziyafet vermeyi seven bir kraldı. Bu gece Goldspire, Suncrest hanelerinin bulunduğu bir ziyafeti uygun gördü. Ayrıca sarayın diğer erkanları da bu ziyafete davetliydi. Bu görkemli ziyafet için Kızıl Kale’nin büyük salonunda toplanmışlardı. Masalar, yerel mutfağın en lezzetli yemekleri ve egzotik içkilerle donatılmıştı. Altın şamdanlar ve zarif goblenler, salonun ihtişamını daha da artırıyordu. Şöminenin sıcaklığı ve hafif bir lavanta kokusu, misafirleri rahatlatıyordu. Altaiir Shadowmoor da onlardan birisiydi. Rebekah Suncrest ile sohbet ediyordu. Helena ise gece boyunca Ashara’yı kaçamak bakışlarla izledi. Onun üzerinde büyük bir ilgi vardı. Bu durum onu rahatsız etse de kendisini bir gün kraliçe olacağı yönünde avutuyordu. Berrick ise babası Marko ile sohbet ediyordu. Marko, Liam’ın çıldırmış olduğunu söylüyordu. Bu onun için bir delilikti. Marko, Liam’ı kendisine varis olarak görüyordu. Günün birinde Berrick Kral olacaktı ve Liam’da Casterly Kayası lordu. Berrick ise Kenneth’i varis göstermesini tavsiye etti. Marko ise suratını ekşitti ve “o benim oğlum değil” dedi. Marko’nun bakışları Ashara’nın üzerine kaydı ve Liam böyle bir saçmalığa imza atmamış olsaydı, güneyli prensesin oğlu Liam ile evleneceğini ve 7 Krallığın en güçlü ittifakı olmuş olacaktı. Çünkü o da biliyordu ki Dragonshade Hanesi artık ejderhalara sahip değildi, caydırıcı değillerdi ve Helena’nın günün birinde tahta çıkması diyarda bir takım isyanların başlamasına neden olacaktı. En başta ise bugün masada bulunan Dornelular isyan edecekti.
Gecenin ilerleyen saatlerinde ise Kral Arthur ayağa kalktı ve herkese seslendi. Bir anda bütün uğultu kesilmişti ve herkes Kral’ın iki dudağının altından çıkacak kelimelere odaklanmıştı. Arthur herkese seslendi ve bir duyurusunun olduğunu paylaştı. Bu duyuru kadim iki hanedanlığın edebi bir şekilde birleşeceğinin işaretiydi. Arthur konuştukça Helena’yı bir endişe kaplamıştı. “Güneş Güney’den doğacak.” Helena bakışlarını uzak masada oturan Solomon’a çevirdi ve onun yüzünde “ben demiştim” edası vardı. Arthur sözlerini bitirdiğinde Dorne Prensesi güzeller güzeli Ashara Suncrest ile evleneceğini duyurdu.
Arthas ve Rebekah bu evlilik için kıvanç duyuyorlardı. Deny sürpriz yaşamıştı. Bundan sonraki hayatını artık onsuz yaşayacaktı. Ashara ise karışık duygular içindeydi. Kral Arthur muhteşem bir kral ve erkek olsa da babası yaşında bir adamdı ve kendisini biraz garip hissediyordu. Marko Goldspire ise tüm bunların kardeşi Rebekah’nın başının altından çıktığını çok iyi biliyordu ve kardeşine öfke dolu gözlerle bakmıştı. Berrick ise krallığının tehlikeye düştüğünü fark etmişti ve endişe halindeydi.
Helena ise içten içe büyük bir öfke doluydu. Masayı dağıtmak ve Dornelu kaltağın saçını başını yolmayı düşündü. Fakat bunun hiçbir faydası olmayacaktı…
BÖLÜM SONU…