İstanbul'un göbeğinde, ücra duyguları eşliğinde,
Gönlünün kırılganlığı ile yarenlik eden biri yaşardı.
Levan Markoishvili...
Kırklı yaşlarına dayamış Levan,
Yüreğindeki bilinmezliğe ait korkulara dökülen yapraklara sahipti,
Gönlündeki büsbütün bir hazan,
Sahiciliği ile koyun koyuna giderdi.
Gürcüydü,
Hüsranlarla dolu hayatındaki tek değer kaynağı olan annesine;
Bakması boynunun borcuydu.
Keder doluydu, yüzü ara sıra gülse de ani bir esinti ile yok olurdu.
Tatavla ile Fetihtepe arası mekik dokurdu,
Babası çok önceden göçüp gitmişti, annesi ile yalnız kalmıştı,
Ya da o öyle sanmıştı.
Ergenliğinden beri yaptığı işi yapmak için,
Hasta anasına bakmak zorunda olduğu için,
Kolonları sızlayan bir handa çaycılık yapardı,
Ekmeğini taştan da olsa çıkarırdı.
Kimseyle pek konuşmazdı Levan,
İçini kimseye de açmazdı.
Ara sıra yarı sağır annesi ile dertleşir dururdu.
Bir de ağzından düşürmediği arap kağıdıydı belki de tek dostu,
Her sabah vardiya öncesi uğrardı tütüncüye;
Sarma kağıdını alırdı, az biraz otururdu.
İkram edilen çayın hep yarısına kadar içer, sessiz sedasız çıkardı.
İşe koyulurdu, çay ocağı sahibiyle de arası kesattı.
İş yaparken sigarasını içtiğinden hep,
Molaya çıkmak ona yasaktı.
Aldırış etmez, daima başına buyruktu,
Kırkına gelmesine rağmen, benliğini tanıdığı andan beri yalnızdı.
Kimseyle görüşmemiş, hayatına bir kadın girmemişti.
Belli etmese de bu konudan muzdarip idi.
Kiliseye gider gizli saklı ağlardı,
Ama Levan hayatının böyle süreceğini anladığı andan bu yana,
Yavaştan buna alışmıştı.
Aylardan Nisan,
Hava ise gizemli bir buluttan dökülen yağmurun esaretine tutukluydu.
Cebine her zaman yarım yamalak giren yevmiyesini almıştı,
Mesut bir şekilde her akşam olduğu gibi evinin yolunu tutmuştu.
Kapıdan güler yüzle girip, annesine müjdeyi verecekti,
Ama o ya, hüzün Levan'ın peşini bırakmamıştı.
Yarı sağır kocakarı Meryem yerde yatıyordu.
Eşinin yanına göçmüş,
Biricik evladı Levan'dan ayrılmıştı.
Levan dizleri üstüne çöktü.
Ağladı, durdu, ağladı, duraksadı...
Yeniden ağladı.
Dışarı çıktı birden,
Taksim'e kadar yürüdü.
O akşam İstiklal'i tercih etmişti.
Gözünden ağır ağır damlayan yaşları,
Şerbetli elleriyle silmişti.
İnsanları izlercesine etrafı seyretti.
Gülen ve mutlu olanlara karşın tuhaf gözlerle onlara...
Çocuklara, ailelere, çiftlere baktı.
Bir kalabalık kestirdi gözlerine,
Oraya girdi Levan, bir daha çıkmamak üzere.