RPG basilique saint-sernin


atiban't

HAREM OG
Katılım
3 Tem 2023
Konular
62
Mesajlar
1,439
Beğeni sayısı
558
PG Nakit
150
Favori Güreşçi
Angelico
Angelico'yu karanlık ve sessiz bir kilisede, elinde bir meşaleyle ağır adımlarla yürürken görüyoruz. İçerisi zifiri karanlık, ve ortalığı aydınlatan tek şey Angelico'nun elindeki meşalenin titrek, ürkütücü ışığı. Angelico, elinde bir meşaleyle, dar ve soğuk taş koridorlarda yankılanan adımlarıyla ağır ağır ilerliyordu. Burası, eski çağlardan kalma bir kentin kalbinde, Seine nehrinin kıvrıldığı o kadim topraklarda inşa edilmiş, tarihi taş duvarlarıyla bilinen bir mabediydi. Yüzyıllar boyunca, hac yolculukları buradan geçmiş, uzak diyarların inananları bu kutsal şehre ayak basmıştı. Şehri çevreleyen tepelerden esen rüzgarlar, bu taş mabedin kemerlerinden geçer, tavan süslemelerinde oymalı figürlerle dans ederdi. Şimdi ise Angelico, bu eski ve sessiz yapının yalnız bekçisiydi.. Bir zamanlar Tanrı'ya ve İsa'ya adanmış olan bu adam, şimdi karanlığın içinde kaybolmuş bir ruh olarak dolaşıyordur. Angelico’nun yüzünde derin bir öfke ve hayal kırıklığı okunur. Gözlerinde fırtınalı bir bakış, içindeki kaybolmuş inancın bıraktığı boşluğu yansıtıyor. Kilisenin taş döşemelerine her adım attığında yankılanan ses, yalnızlığını ve içindeki öfkeyi daha da belirgin hale getirir.

- Elçiyi aramıştım... Muhteremi... Onunla buluşmak için her yere baktım, diye mırıldanır. Sesi, sessizliğin içinde yankılanırken acı doludur. Tanrı'ya adanmış bir hayat... Ve sonuç? Bu!

Meşaleyi havada savururken bir an durup, kilisenin içindeki heykelleri ve ikonaları inceler. Bir zamanlar gerçekten de Tanrı'yı bulduğunu sanmıştı; ama bulduğu yalnızca boşluktu, bir yanılgıydı.

- Tanrı, diye fısıldadı Angelico. Sesi zehirli bir yılanın tıslaması gibiydi. Senin kutsal ışığın neredeydi? Neredeydin ben düşerken, o karanlık kuyunun dibine yuvarlanırken? Uyuşturucular damarlarımı zehirlerken, zihnim bulanıklaşırken… Nerede kaldı kutsal merhametin! Bulduğumu sanmıştım... Senin yolunu. Ama bulduğum şey sadece daha fazla karanlıktı, daha fazla acıydı. Şimdi bu kutsal kabul edilen taşlar, bu dualar ve ikonalar bana yalnızca ihanetini hatırlatıyor. Tanrı'nın affı? İsa'nın kurtuluşu? Hangi kurtuluş? Hangi sevgi?

Kilisede yankılanan bu sözlerle meşaleyi daha sıkı kavrar ve ağır adımlarla ilerlemeye devam eder. "Artık kutsal olan hiçbir şey yok," diye hiddetle ekler. "Senin sevgini aradım. Ve bulduğum tek şey... Yalanlar!"

Angelico, meşalenin titrek ışığında kiliseyi dolaşmaya devam eder. Attığı her adımda ayak sesleri taş döşemelerde yankılanırken, gözleri kilisenin çeşitli köşelerindeki dini figürlere takılır. Yıllarca huzur bulduğu, Tanrı’nın varlığını hissettiği bu mekanda artık yalnızca öfkeyi ve karanlığı bulabilmiştir. Etrafındaki her şey, ona artık yabancı geliyordur. İlk olarak, bir köşede duran Meryem Ana heykeline yaklaşır. Heykel, Meryem’in yüzündeki şefkat dolu bakışı ve açık elleriyle, her zaman Tanrı’nın sevgisini ve merhametini simgelerdi. Ama şimdi, Angelico bu bakışı görmezden gelerek acı bir gülümsemeyle heykelin önünde durur.

- Merhamet mi? Hangi merhamet Meryem, diye sorar alaycı bir tonla. Ben düşerken neredeydin? Senin kutsal kolların, neden beni tutup kaldırmadı?

Yürüyüşüne devam ederken meşalenin ışığı, kilisenin devasa vitray pencerelerinden birinin üzerine düşer. Pencerenin üzerinde, İsa’nın çarmıha gerilişi betimlenmiştir. İsa’nın acı çeken yüzü, başındaki dikenli taç, vücudundaki yaralar Angelico’nun dikkatini çeker.

- Senin acın gerçek miydi? Yoksa bu da bir yalan mıydı? Benim çektiğim acılar nerede yer buluyor senin kurtuluş hikayende?

Angelico, meşaleyi tekrar havaya kaldırır ve kilisenin en uzak köşesine doğru yürümeye başlar. Orada, büyük bir haç durmaktadır; İsa’nın bedeni çarmıhta asılıdır, başı önüne eğik ve gözleri kapalı. Bu haçın, Tanrı'nın sevgisini ve insanlığın kurtuluşunu simgelediğini hatırlar Angelico. Haçın önünde durur, bir an sessizce İsa’nın yüzüne bakar. Sonra, meşalesini kaldırarak haçın önünde bağırmaya başlar.

- İşte buradayız. Ben ve sen. Ama artık senin sözlerine inanmıyorum. Bu çarmıh, bu fedakarlık... Hepsi boşuna.

Sonunda, bir köşedeki rahlenin üzerindeki Kitab-ı Mukaddes’e gözleri takılır. Onca zaman bu kitaba tutunmuş, onun kelamlarıyla yolunu bulmaya çalışmıştır. Bir anlığına Kitab-ı Mukaddes'e bakmak bile içinde kopan fırtınalara bir dur demiştir. Gözlerini kısar, kitaba doğru yaklaşmaya başlar. Gerçekliğinden emin olmak istermişçesine, şüpheli bir şekilde ellerinin arasına alır Kitab-ı Mukaddes'i. Yıllardır aynı ameliyatı yapan bir cerrah titizliğiyle ve rahatlığıyla bulur parmakları, Angelico'nun aradığı sayfayı. Fakat kitabı açmadan, yalnızca parmağını bir sayfanın arasına koyarak kitabı kapalı şekilde tutarak ilerlemeye başlar. Bir köşede duran mumların yanına geldiğinde durur. Meşaleyi mumların üzerine doğru tutar, alevler yavaşça mumlardan birine dokunur ve ardından hızla diğer mumlara yayılır. Alevler büyüdükçe, Angelico’nun yüzünde tuhaf bir tatmin ifadesi belirir.

- Mumlar, dua edenlerin bıraktığı küçük alevlerdir. İnsanlar buraya umutla geliyor, dua ediyor, yalvarıyor, der alayla. Ama sonunda, hepsi aynı kaderi paylaşır. Kimisi bu mumlar gibi, yavaşça sönerler. Kimisi.. Kimisi sadece yanar.

Mumlardan sıçrayan alevler, hemen yanıbaşındaki Meryem Ana tablosunu ise ve dumana boğar. Ardından tablonun alev aldığını görür Angelico. Kilisenin ortasında durur ve meşaleyi etrafındaki ahşap sıralara, kilisenin kutsal eşyalarına doğru savurur. Birer birer alevler yükselmeye başlar, kilisenin içine kaotik bir sıcaklık yayılır. Oymalı ahşaplar, taş duvarlara saplanmış ikonalar, kutsal heykeller... Hepsi birer birer yanmaya başlar.

Beni terk ettiysen, bu dünyayı da terk etmelisin, diye bağırır Angelico. Artık beni terk eden Tanrı yok... Çünkü ben de seni yok ettim!

Alevler yükselirken, Angelico’nun içindeki boşluk bir an olsun dolmuş gibi görünür. Kutsal bildiği her şeyin yok oluşunu izlerken, içinde bir rahatlama, hatta tuhaf bir zafer hissi belirir. Kilise yavaşça alevlere teslim olurken, Angelico elindeki Kitab-ı Mukaddes'i açar ve bir vaiz gibi yüksek sesle okumaya başlar.

Tanrım, Tanrım, beni neden terk ettin?
Neden uzağa, yardım çığlıklarımdan uzaklara çekildin?


Ey Tanrım, gündüz yakarıyorum, sesimi duymaz oldun;
Gece de susmuyorum.

Sana yakardılar, kurtuldular,
Sana güvendiler, hayal kırıklığına uğramadılar.

Ama ben böcekten farksızım, insan bile değilim,
İnsanların aşağıladığı, halkın hor gördüğü biriyim.

Beni gören herkes alay ediyor,
Sinsice sırıtıp baş sallıyorlar:

"Rabb'e güveniyordu, kurtarsın onu,
Madem onu seviyor, yardım etsin ona!"

Benden uzak durma, çünkü sıkıntı yakın,
Yardım edecek kimse yok.

Çevremde boğalar toplandı,
Başan'ın güçlü boğaları beni kuşattı.

Avını parçalamaya hazır aslanlar gibi,
Ağzını açanlar beni sarmış durumda.

Su gibi döküldüm,
Bütün kemiklerim birbirinden ayrıldı.
Yüreğim balmumu gibi içimde eridi.

Gücüm çömlek parçası gibi kurudu,
Dilimi damağıma yapıştırdın;
Beni ölüm tozuna yatırdın.

Köpekler kuşattı beni,
Kötülerin sürüsü çevremi sardı;
Ellerimi, ayaklarımı deldiler.

Bütün kemiklerimi sayabilirim,
Beni gözleriyle süzüyorlar.

Giysilerimi aralarında paylaşıyor,
Elbisem için kura çekiyorlar.

Ama sen, ya Rab, uzak durma!
Ey gücüm, yardımıma koş!

Canımı kılıçtan,
Sevdiğim tek varlığı köpeğin pençesinden kurtar.

Beni aslanın ağzından,
Yaban öküzlerinin boynuzlarından kurtar.

 
Anasayfa Üst Alt

Kolay Giriş Yapın: