RPG FORSAKEN


Ensiferum

eater.of.worlds
Katılım
4 Tem 2023
Konular
71
Mesajlar
4,274
Beğeni sayısı
946
PG Nakit
160

Tıkıldığı bu zindanda, vakit her zaman gece yarısıydı.

4WBfVA.gif


Tutsak, bazen gözlerinin anca seçebildiği bu samanlıkta doğduğunu düşünüyordu. Belki de bundan önceki hayatı yalandı, belki de doğumundan itibaren bu samanlıkta büyümüş ve yaşamıştı. Onu buraya getirmelerinden önceki hayatını hatırlamaya çalışıyordu, sevinçlerini, üzüntülerini ve geçmişini. Ama gün geçtikçe hatıralar daha da bulanıklaşıyordu. Anne, baba, eş gibi kavramları unutmuştu; artık onun için hayattaki en önemli iki varlık "su" ve "ekmek"ti. Onu buraya ilk zincirlediklerinde bu iki şeyi bile esirgemişlerdi ondan.. Onu köpekten bile esirgenmeyecek kadar basit ihtiyaçlardan bile alıkoymuşlardı. Bir tuvaleti bile yoktu. Burada kaçıncı günüydü, ötekiler geleli kaç gün olmuştu bunu bile hesaplayamıyordu ama ahır çürümüş dışkı gibi kokuyordu. Çünkü ne kendisinin, ne de onunla beraber hayaller gören rkadaşının da lazımlığı yoktu. Bray Wyatt ,ikisini almış ve hiç bitmeyen rüyaların olduğu bir yolculuğa çıkarmıştı.

İlk geldiği geceyi hatırlıyordu Tutsak, bir dakika önce bir adam ona bir konumu gösteriyor ve telefonunu uzatıyordu. Bir dakika sonra adam bir kavgaya karışacakmış gibi hızlı adımlarla oradan ayrılıyordu. Kimi, nereye getirdiğine dair bir fikri yoktu Tutsak'ın ama adamın onu getirdiği yer, harabeden farksız bir çiftlik eviydi. Çimler aylardır kesilmemiş gibi uzundu, etrafta ufunete benzeyen bir koku vardı. Daha sonra omzunu silkmiş, taksisine binmiş ve direksiyon sallamaya başlamıştı tekrardan. Ama adamı getirdiği yol, bir şekilde değişmiş gibiydi. Yol, gidiyor, gidiyor ama devamı gelmiyordu. Kıvrılmış ve dönerek demin durduğu yere tekrardan gelmişti. Telefonunu çıkarmış ve etrafına bakmıştı.

"Anlamam gerekirdi, aptal olmayan bir adam anlardı."

Tutsak, aptal bir adam gibi yoluna devam etmiş ve çıkış yolunu bulmayı ummuştu. Ama bu sefer, kıvrılabileceği bir yol da yoktu. Ne olduğunu anlayamadan yol altından kaydı ve aracı çimlerin arasına daldı. Sert bir çarpma sesinden sonra elini başına götürdüğünü hatırlıyordu, ne kadar çok kanadığına şaşırmaktayken beyaz elbiseler içinde bir melek gibi görünen kadın gelmişti yanına. Camı hafifçe tıklatmış, ona iyi olup olmadığını sormuştu. Onu tedavi edeceğini, ama travma yaşamaması için elindekini içmesini isteyerek akbaba desenli tahta bir kadeh uzatmıştı. Tutsak içti, hayatında daha önce böyle bir şey içtiğini hatırlamıyordu; önce acı, sonra tatlı ve en sonunda ekşi.

Sonra uyandı. Hiç görmediği ve samanlarla dolu bir tahıl ambarının içinde. Paslanmış demir bir direğe zincirlenmiş vaziyetteydi. Saatin kaç olduğunu bilmiyordu, bağırdı. Bütün gücüyle, hayatında bağırmadığı kadar bağırdı. Birine seslendi, yardım çağırdı, ondan ne istediklerini merak etti. Annesini çağırdı, eşini. Çocuklarını. Herhangi birini. Sadece buradan çıkmak istiyordu. Sonra onlar geldi, siyah maskeli, dev gibi bir adam. Elinde demir bir tabağın içinde taş kadar sert kuzu eti, içinde bitler gezinen sararmış bir pilav ve içinde bir hamamböceği ölüsü yatan çürümüş bir salata. Yemedi Tutsak. Bunun bir rüya olduğunu düşündü, birazdan uyanacaktı. Her şey normale dönecekti.. Gelenlere bağırdı, küfürler etti, beddualar savurdu. Dev adam sessiz gözlerle izledi onu, ardından maskesinin arkasından boğuk ve gevrek bir kahkaha attı. "Unutmuşum, yanında içecek bir şey olmadan misafire yemek ikram edilir mi?" Adam mücadele etmeye çalıştı ama bacaklarında güç kalmamıştı. Siyah maskeli adam saçlarından sertçe tutup ağzından bir içki boşalttı. Yine aynıydı; acı, tatlı ve ekşi..

erick-rowan-wyatt-family.gif


Bu sefer uzun uzun uyudu Tutsak. Başta, doğduğu kırmızı çatılı evi gördü. Annesini, seneler önce ölmüş olan babasını. "Bir erkek, ne olursa olsun süngüyü indirmemeli" derdi babası. Bu halini görse ne düşünürdü acaba? Sonra, bambaşka şeyler görmeye başladı. Bol elbisesiyle yeşilliklerin arasından yürüyen bir rahibe, elinden tuttuğu mavi gözlü bir oğlana şarkılar söylüyordu. Bir yetimhane gördü, birbirinin benzeri tulumlar giymiş çocuklar yemeklerini yemeden önce dua ediyordu. Sonra yeşilliklerin tutuştuğunu gördü, bir kepçe; acımasızca bir darbe indirdi. Rahibenin önlüğü yırtıldı ve kanlar içindeki bedeni aşağılandı. En sonunda mavi gözlü oğlanın ağlayarak izlediğini gördü, bir an sonra adam gitmişti. Yerinde bir sallanan sandalye duruyordu, üzerinde oturan şey ise bir ucube gibiydi. Kilolu, vücudunun her yeri mor kabarcıklarla dolu, ağzının bulunması gereken yerde bir akbaba gagası bulunan bir adam. Adamın gözleri patlayacak kadar şişmişti, o mavi gözlerle döndü ve Tutsak'ı gördü.


Çığlık atarak uyandığında kaç saattir uykuda olduğunu bilmiyordu. Hasır şapkalı bir adam üstüne eğilmişti, onunla konuşuyordu. "Demek O'nu bana getiren postacı güvercin sensin" dedi adam, nefesi leş gibi kokuyordu. "Demek tacımı çalmaya gelen hırsızı taşıyan adam, sensin." Adam kahkahalarla güldü ve bir kadeh daha ikram etti Tutsak'a. Artık mücadele edemiyordu. Uyuyor, uyanıyor ve hasır şapkalı adamı görüyordu. Adamın, dört tane ipin ortasında ve belinde bir altınla oturduğunu gördü. Altının üzerine kan bulaşmıştı, adam bir ziyafet veriyordu belli ki. Ama adam sessiz gözlerle seyirciyi izlerken, seyirciler tahta tabaklarda parçalanmış insan uzuvları yiyorlardı. Kahkahalar atıyorlardı, ağızlarından kan damlarken garsonlardan bir tabak daha istiyorlardı. Uyandı Tutsak, ama uyanık olduğu zamanlar da çare olmuyordu ama. Yüzü bembeyaz bir kadın gelip onunla alay ediyordu, kızıl sakallı dev gibi bir adam ona bakıp yalanarak elinde jiletle doğruluyordu. Artık bitmişti, ne mücadele edecek gücü, ne yaşam azmi kalmamıştı. Ölmek istiyordu, bir şekilde; kimsenin onu kurtarmaya gelmeyeceğini biliyordu.

Günler sonra o geldi, onun zoraki yol arkadaşı. Tutsak, pantolonu tamamen kan ve dışkıya batmış vaziyette, bitap düşmüş gözlerle izledi geleni. Adam da kendisi gibi diz çöktürülüp zincirleniyordu. Karmakarışık saçları yüzüne düştüğünden yüzü görünmüyordu, ama adamı tanıyordu Tutsak. Bir şekilde, yüzünü gördüğünü hatırlıyordu. Adamın bağıracak hali kalmamıştı. Tutsak dikkatli gözlerle izledi onu. Yemekleri geldi, adam tabağına dokunmadı ama Tutsak önüne gelen pisliği sonuna kadar bitirdi. Artık ne olursa olsun yemeğin kıymetini biliyordu. Arkadaşı da öğrenecekti, zaman alacaktı belki ama öğrenecekti. Sonuçta onları buraya, hiçliğin ortasına o getirmişti. Onları bir şekilde Cehennem'in ortasına getirmişti, öyleyse sonuçlarına katlanmak zorundaydı. Yeni arkadaşına bakmış ve konuşmuştu "Wyatt", arkadaşı başını kaldırmaya tenezzül bile etmemişti, belki de Tutsak'ın acı bir şekilde öğrendiği gerçeği o çoktan bildiği için "onun adı Bray Wyatt".


 
Anasayfa Üst Alt

Kolay Giriş Yapın: