wyatt çiftliği
lafayette, louisiana
Öğlen güneşi tepeden vururken Bray Wyatt'ın sallanan sandalyesinin arkasını görüyoruz. Wyatt önünde müthiş bir bayır manzarası eşliğinde sallanmaya devam ediyor.
Şu dağları görüyor musun adamım? O dağları geçtiğin zaman, gri taş duvarların arasına sığışmış milyonlarca farenin dolandığı bir kanalizasyonla karşılaşıyorsun. Adına "şehir" diyorlar. Hiç oraya inme fırsatı buldun mu? Bir sıranın içerisine doğuyorsun. Sana can veren annen ve baban, seni teslim alabilmek için kağıt parçaları imzalıyor. Daha doğar doğmaz seni ailene bir malmışsın gibi teslim ediyorlar. Sonra büyüyorsun, elinde bir beslenme çantasıyla saatlerce "okul" denilen yere varmak için yolculuk ediyorsun. Orada seni ne bekliyor? Şu bayırların anlatabileceği öykülerin çeyreğini bile bilmeyen kompleksli insanların yönettiği bir tımarhane bekliyor. Öğretmenlik diplomalarını kafanın üzerinde sallayarak sana propaganda yapıyorlar. Seni kendi dünya görüşlerine göre bir şeye bağımlı yapmadan bırakmıyorlar: Milliyetçilik, din, spor... Adına ne dersen de adamım, başkasının çaldığı boruyla dans ediyorsan eğer, yaptığın hiç bir figüre kendi koreografin diyemezsin. Sonra mezun oluyorsun.. Onların kurduğu biyolojik saate göre kendi zıddından bir adayı seçip üremeye başlıyorsun. Ama bütün bunları milyonlarca insanın bir yerden bir yere gitmek için saatlerce rehin kaldığı gri ve metruk bir kaosun içinde yapmak zorunda kalıyorsun. Peki ya burası? Şu dağların bir tapusu, bir iskan belgesi var mı sence? Hayatın kendisi neyse, aynı o şekilde doğarsın. Kanlı, karmaşık ve doğal. Kimse sana tahsilini sormaz. Şehirde ibadet ettikleri şeylere buralarda inanmıyoruz. Buralarda, inanılan yegane şey; burada nefes alan koca çınardan, toprakta yürüyen karıncaya kadar her şeyin bir bütünün parçası olduğudur. Ve ben, ben bu sürünün çobanıyım. Ama bu vasfı satın almadım. Kimse bana bunu diploma ya da para karşılığı vermedi. Bize kucak açan kadına sadakat yemini ettim. Son nefesini verirken ben de oradaydım adamım, "onlar seni ele geçirmeden sen onları ele geçirmelisin" diyordu bana. Ve haklıydı.
Wyatt ayağa kalkıyor ve elleri cebinde aşağıyı izliyor.
Üzerime bak ve hakikati gör. Bu gördüğün şey, NOW'da gördüğün diğer şeyler değil. Böyle bir kumaş daha dokunmadı, böyle bir demir daha dövülmedi. Bu rol değil, bu benim hayatım. Devraldığım dertli mirasın hakkını vermeye çalışan bir adamım. Mağrur ama gururluyum, zira NOW'daki diğerlerinin aksine buraya hırsımı ya da ihtirasımı değil davamı ve kavgamı taşımaya geldim. Bir sır duymak ister misin? NOW'un içinde de her yerde olduğu kadar bir "şehir" var. Orada da onlarca insanın arasında kendine yer açmak için rekabet etmeye çalışan hamam böcekleri var. Orada da, her şey şehirde olduğu gibi bir popülarite yarışından ibaret. Kimsenin gerçek dertleri yok adamım, herkes bir imkan bulup büyük platforma zıplamak ve cebini hızlı bir şekilde doldurup ortadan kaybolmanın derdinde. İstersen boğazını parçala; sesin sistemin ulaşmasına izin verdiği yere kadar ulaşabilir. Bütün bu keşmekeşi çözmek ve düğümü kesmek ise, tarihin akışını değiştirebilecek kadar cesur ve kudretli adamların elinden gelir. Bray Wyatt gibi adamların elinden gelir. Dağların arkasındaki şehre ne yapmak istiyorsam, NOW'a da aynısını yapacağım: Yıkım, kargaşa ve intikam. Bu harbi başlatan kurşun bizden değil, onlardan geldi. Burada bir araya gelmiş ve Aile bağlarını kurmuş bir gruba; onlar gibi görünmediğimiz, onlar gibi konuşmadığımız ve onlar gibi düşünmediğimiz için zulmettiler. Bizim için dünyadaki en büyük hazinemiz olan kişiyi aramızdan aldılar. Ve ben de bunun karşılığında, her gün aranızdan birini alacağım. İsimler benim için önemli değil, NOW an itibariyle kesim sırasını bekleyen kuzu leşlerinin kancanın ucunda döndüğü bir mezbaha. Gelecek haftadan ibaret, ben ve kardeşlerim en iyi bildiğimiz işi yapacağız: NWO'nun kasaplığını. Follow... the buzzards.
lafayette, louisiana
Öğlen güneşi tepeden vururken Bray Wyatt'ın sallanan sandalyesinin arkasını görüyoruz. Wyatt önünde müthiş bir bayır manzarası eşliğinde sallanmaya devam ediyor.
Şu dağları görüyor musun adamım? O dağları geçtiğin zaman, gri taş duvarların arasına sığışmış milyonlarca farenin dolandığı bir kanalizasyonla karşılaşıyorsun. Adına "şehir" diyorlar. Hiç oraya inme fırsatı buldun mu? Bir sıranın içerisine doğuyorsun. Sana can veren annen ve baban, seni teslim alabilmek için kağıt parçaları imzalıyor. Daha doğar doğmaz seni ailene bir malmışsın gibi teslim ediyorlar. Sonra büyüyorsun, elinde bir beslenme çantasıyla saatlerce "okul" denilen yere varmak için yolculuk ediyorsun. Orada seni ne bekliyor? Şu bayırların anlatabileceği öykülerin çeyreğini bile bilmeyen kompleksli insanların yönettiği bir tımarhane bekliyor. Öğretmenlik diplomalarını kafanın üzerinde sallayarak sana propaganda yapıyorlar. Seni kendi dünya görüşlerine göre bir şeye bağımlı yapmadan bırakmıyorlar: Milliyetçilik, din, spor... Adına ne dersen de adamım, başkasının çaldığı boruyla dans ediyorsan eğer, yaptığın hiç bir figüre kendi koreografin diyemezsin. Sonra mezun oluyorsun.. Onların kurduğu biyolojik saate göre kendi zıddından bir adayı seçip üremeye başlıyorsun. Ama bütün bunları milyonlarca insanın bir yerden bir yere gitmek için saatlerce rehin kaldığı gri ve metruk bir kaosun içinde yapmak zorunda kalıyorsun. Peki ya burası? Şu dağların bir tapusu, bir iskan belgesi var mı sence? Hayatın kendisi neyse, aynı o şekilde doğarsın. Kanlı, karmaşık ve doğal. Kimse sana tahsilini sormaz. Şehirde ibadet ettikleri şeylere buralarda inanmıyoruz. Buralarda, inanılan yegane şey; burada nefes alan koca çınardan, toprakta yürüyen karıncaya kadar her şeyin bir bütünün parçası olduğudur. Ve ben, ben bu sürünün çobanıyım. Ama bu vasfı satın almadım. Kimse bana bunu diploma ya da para karşılığı vermedi. Bize kucak açan kadına sadakat yemini ettim. Son nefesini verirken ben de oradaydım adamım, "onlar seni ele geçirmeden sen onları ele geçirmelisin" diyordu bana. Ve haklıydı.
Wyatt ayağa kalkıyor ve elleri cebinde aşağıyı izliyor.
Üzerime bak ve hakikati gör. Bu gördüğün şey, NOW'da gördüğün diğer şeyler değil. Böyle bir kumaş daha dokunmadı, böyle bir demir daha dövülmedi. Bu rol değil, bu benim hayatım. Devraldığım dertli mirasın hakkını vermeye çalışan bir adamım. Mağrur ama gururluyum, zira NOW'daki diğerlerinin aksine buraya hırsımı ya da ihtirasımı değil davamı ve kavgamı taşımaya geldim. Bir sır duymak ister misin? NOW'un içinde de her yerde olduğu kadar bir "şehir" var. Orada da onlarca insanın arasında kendine yer açmak için rekabet etmeye çalışan hamam böcekleri var. Orada da, her şey şehirde olduğu gibi bir popülarite yarışından ibaret. Kimsenin gerçek dertleri yok adamım, herkes bir imkan bulup büyük platforma zıplamak ve cebini hızlı bir şekilde doldurup ortadan kaybolmanın derdinde. İstersen boğazını parçala; sesin sistemin ulaşmasına izin verdiği yere kadar ulaşabilir. Bütün bu keşmekeşi çözmek ve düğümü kesmek ise, tarihin akışını değiştirebilecek kadar cesur ve kudretli adamların elinden gelir. Bray Wyatt gibi adamların elinden gelir. Dağların arkasındaki şehre ne yapmak istiyorsam, NOW'a da aynısını yapacağım: Yıkım, kargaşa ve intikam. Bu harbi başlatan kurşun bizden değil, onlardan geldi. Burada bir araya gelmiş ve Aile bağlarını kurmuş bir gruba; onlar gibi görünmediğimiz, onlar gibi konuşmadığımız ve onlar gibi düşünmediğimiz için zulmettiler. Bizim için dünyadaki en büyük hazinemiz olan kişiyi aramızdan aldılar. Ve ben de bunun karşılığında, her gün aranızdan birini alacağım. İsimler benim için önemli değil, NOW an itibariyle kesim sırasını bekleyen kuzu leşlerinin kancanın ucunda döndüğü bir mezbaha. Gelecek haftadan ibaret, ben ve kardeşlerim en iyi bildiğimiz işi yapacağız: NWO'nun kasaplığını. Follow... the buzzards.